EVLİLİĞİN MUTLAK BUTLANI DAVASINDA CUMHURİYET SAVCISININ ROLÜ

GİRİŞ

Kural olarak Cumhuriyet savcılarının temel görevi ceza yargılamalarına öncülük etmek üzere soruşturma işlemlerini yapmak (CMK md. 160 vd), soruşturmanın sonucunda gerek görürse kamu davası açmak (CMK md. 170) veya kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar vermek (CMK md. 172), kamu davası açıldığında (duruşmalara katılmasa dahi) davayı takip etmek ve Mahkemece verilen karara karşı kanun yollarına başvurmak (CMK md. 260 vd) şeklinde sıralanabilir (5235 sy. K. md. 20/1-1). Bununla birlikte Cumhuriyet savcısı bazı idari ve mali görevlerin yanında kanunlarla verilen diğer görevleri de yapar (5235 sy. K. md. 20/1-4). Bu cümleden olarak, kanunlarla bazı hukuk davaları bakımından cumhuriyet savcısına dava açmak, açılan davaya katılmak ve verilen karara karşı kanun yoluna başvurmak gibi görevler verilmiştir. İşte incelememizin konusunu da bu görevlerden birisi olan evliliğin mutlak butlanı halinde açılacak davalarda Cumhuriyet savcısının rolü oluşturmaktadır.

I- CUMHURİYET SAVCISININ GENEL OLARAK HUKUK DAVALARINDAKİ GÖREVLERİ

Cumhuriyet savcısının hukuk davalarındaki rolü istisnaidir. Genel işi ceza soruşturma ve kovuşturmalarında şekillenen Cumhuriyet savcısının hukuk mahkemesinde bir davada bulunabilmesi için açık bir kanuni düzenleme gerekmektedir. Cumhuriyet savcılarının hukuk mahkemelerindeki yetkileri (ve hatta görevleri) esasen üç başlık altında toplanmaktadır. Buna göre Cumhuriyet savcıları hukuk mahkemelerinde

  1. dava açma,
  2. açılmış davaya katılma,
  3. kanun yollarına ve bu arada özellikle kanun yararına temyiz yoluna başvurma

yetkilerine sahiptir [1].

A- DAVA AÇMA YETKİSİ

Kanunlarda bir hukuk davasının Cumhuriyet savcısı tarafından açılabileceği belirtilmişse Cumhuriyet savcısı bu davayı açmak zorundadır [2]. Daha doğru bir ifadeyle böyle bir dava açılma ihtimali bulunduğunda, Cumhuriyet savcısı o konuya eğilip, dava açılıp açılmayacağına karar vermek zorundadır. Yoksa savcı somut olayda hukuk mahkemesinde dava açmak zorunda değildir. Nasıl ki soruşturma işlemlerinin sonucunda dava açmak için yeterli şüphe edinilemediğinde “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilebiliyorsa bir hukuk davası bakımından da bu şekilde “dava açmama” şeklinde inisiyatif kullanılabilir [3]. Bu durum medeni usul hukukuna hâkim olan temel ilkelerden tasarruf ilkesi (HMK md. 24) ile de uyumludur.

Cumhuriyet savcısının bir hukuk davası açması gerektiği kanunlarda açıkça ifade edilmişse yukarıda izah etmeye çalıştığımız kapsamda dava açılması zorunludur. Peki, kanunlarda açıkça Cumhuriyet savcısı tarafından bir dava açılacağı belirtilmese dahi yine de Cumhuriyet savcısı hukuk davası açabilecek midir? Bu soruya kanunların lâfzî ve gai yorumlanması ile bir cevap vermek mümkündür. Bir görüşe göre kanunlarda “her ilgilinin” dava açabileceğinin belirtildiği haller kamu düzeninden sayılır ve bu hallerde Cumhuriyet savcısı da bir hukuk davası açabilir [4]. Ancak bu genellemeye katılmıyoruz. Zira “her ilgiliden” maksat ekseriya o hukuki işlem ile hukuki durumu değişen kişilerdir. Örneğin TMK md. 515’e göre;

Mirasbırakan, ölüme bağlı tasarruflarını koşullara veya yüklemelere bağlayabilir. Tasarruf hüküm ve sonuçlarını doğurduğu andan itibaren, her ilgili koşul veya yüklemenin yerine getirilmesini isteyebilir”.

Bu maddede mirasbırakanın yaptığı ölüme bağlı tasarrufu koşul veya yüklemelere tabi tutabileceği anlatılmakta ve o koşul ve yüklemeler lehine olan kişinin bunların ifasını talep edebileceği düşünülmektedir. İşte burada koşul ve yüklemeler yerine getirilmediğinde ölüme bağlı tasarrufa aykırılıktan dolayı Cumhuriyet savcısının bir dava açacağını düşünmek abesle iştigaldir. Yine TMK md. 318’e göre;

“Evlât edinme esasa ilişkin diğer noksanlıklardan biriyle sakatsa, Cumhuriyet savcısı veya her ilgili evlâtlık ilişkisinin kaldırılmasını isteyebilir”.

Görüldüğü gibi bu maddede de her ilgilinin dava açabileceği belirtilmiş;  Cumhuriyet savcısının dava açabileceği ayrıca belirtilmiştir. O halde kanun koyucu her ilgiliye dava hakkı tanıdığı durumlarda Cumhuriyet savcısının da dava açmasını istememektedir. Eğer Cumhuriyet savcısına bir dava açma yetkisi verilecekse bu durum ilgili maddede açıkça belirtilmektedir. O halde denilebilir ki Cumhuriyet savcılarının hukuk davası açma yetkisi kanunda sayılanlara münhasırdır.

Cumhuriyet savcısı, hukuk davası açarken genel kurala uygun olarak (HMK md. 118) bir dilekçe ile mahkemeye başvurur. Bu dilekçe, herhangi bir davacının düzenleyeceği bir dava dilekçesidir [5]. Ancak bu dilekçenin bir “iddianame” olduğuna ilişkin görüşler de bulunmaktadır [6]. Ancak bu görüşün kabulü çok mümkün bulunmamaktadır. Her ne kadar Cumhuriyet savcılarının esasen ceza hukuku alanında görev ve yetkileri olsa da kanunlarla belirtilen hallerde hukuk davası açarken hukuk mahkemelerinin yargılama kurallarına tabi olacaklardır. Bu anlamda Cumhuriyet savcısının iş ve işlemlerinin usul ve yöntemi CMK’ya göre değil; fakat HMK’ya göre tayin olacaktır. Medeni usul hukukunda da dava bir dilekçe ile (dava dilekçesi ile açılır –HMK md. 118-). Dolaysıyla Cumhuriyet savcısının hukuk davası açarken mahkemeye sunduğu dilekçe klasik bir dava dilekçesidir. Şu var ki uygulamada bu dilekçeye “davaname” de denilmektedir [7]. Ancak bu tabir dava dilekçesi anlamında kullanıldığından teknik olarak yanlış bir tanım değildir.

Cumhuriyet savcısının dava açarken sunduğu dilekçenin herhangi bir davacının sunacağı dava dilekçesinden farklı olmamasından hareketle denilebilir ki esasen bu davanın usul ve içerik bakımından da diğer özel hukuk davalarından bir farkı bulunmamaktadır. Buna göre Cumhuriyet savcısı açmış olduğu hukuk davasında medeni usul hukuku kuralları çerçevesinde davayı ıslah edebilir, kanun yollarına başvurabilir vs [8]. Ancak Cumhuriyet savcısının açtığı davanın kamusal yönü ağır bastığından (bu davalar kamu düzeninden olduğundan) normal bir özel hukuk davasında olan bazı özellikler bu davalarda bulunmayabilir. Örneğin, 492 sayılı Harçlar Kanununun 13/1-i maddesine göre Cumhuriyet savcısı tarafından açılan hukuk mahkemelerinde açılan davalar harçtan müstesnadır. Cumhuriyet savcısı tarafından hukuk mahkemesinde açılan davalar tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği davalar olduğundan (HMK md. 70/3) bu davalarda resen araştırma ilkesi uygulanır ve bu ilkenin yapısına uygun olarak bahsedilen türden davalarda davayı ve savunmayı genişletme yasağı uygulanmaz, ikinci tanık listesi verilebilir, tarafların ikrarı ve yemini hâkimi bağlamaz [9]. Yine bu tür davalar, davalı tarafından kabul edilemez (HMK md. 308/2). Son olarak Cumhuriyet savcısı açtığı hukuk davasından feragat edemez ve bu tür davalarda tahkim söz konusu olamaz [10]. Bu bahsedilen hususlar dışında Cumhuriyet savcısının hukuk mahkemesinde açtığı dava usul bakımından herhangi bir özel hukuk davası ile aynıdır.

B- DAVAYA KATILMA YETKİSİ

Cumhuriyet savcısı açılmış olan bir hukuk davasına katılabilir (müdahale edebilir). Ancak yukarıda bahsettiğimiz, cumhuriyet savcısının gerektiğinde hukuk davası açma yetkisinin aslında bir zorunluluk olduğu hususundan farklı olarak Cumhuriyet savcısı, açılmış olan bir hukuk davasına katılmak zorunda değildir. Burada denilebilir ki eğer açılmış olan bir hukuk davasında kamu düzenini ilgilendiren bir yön varsa ve tarafların iradelerinden maada kamu düzeninin tesis edilmesi gerekiyorsa Cumhuriyet savcısı açılmış olan davaya katılacaktır. Ancak belirttiğimiz gibi burada davaya katılmak zorunlu değildir [11]. Elbette ki davaya katılıp katılmama hususu Cumhuriyet savcısının takdirindedir.

Burada tartışılması gereken bir husus şudur: Cumhuriyet savcısı açılmış olan bir hukuk davasına katıldığında, bu katılma asli müdahale şeklinde mi yoksa feri müdahale şeklinde mi ortaya çıkacaktır? Açıkçası bu husus çok belirli değildir. Zira Cumhuriyet savcısının davaya katılması bir feri müdahaledir denilirse, o davanın sonunda Cumhuriyet savcısının kanun yoluna başvuramayacağının kabulü gerekir. Zira feri müdahil hükmü tek başına kanun yoluna götüremez [12] (HMK md. 68). Ancak doktrinde kabul edilen görüşe göre Cumhuriyet savcısı katıldığı hukuk davalarında verilen hükmü tek başına kanun yoluna götürebilir [13]. Öte yandan HMK md. 70’in lafzından da Cumhuriyet savcısının hukuk davasına katılması durumunun bir asli müdahale olduğu anlamı çıkmaktadır. Zira Kanun Cumhuriyet savcısının davaya müdahale etmesinden değil; fakat “açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer almasından” bahsetmektedir. Feri müdahil davada taraf olmadığına göre [14] Kanunun bu hükmünden ortaya çıkan usuli durumun asli müdahale olduğu sonucu çıkmaktadır. Ancak bu görüş de çok isabetli değildir. Zira Cumhuriyet savcısının davaya katılması bir asli müdahaledir denilirse bu halde de Cumhuriyet savcısının zaten derdest olan bir davanın davacısı ve davalısını davalı olarak gösterip bunlara karşı yeni bir dava açılmasını beklemek gerekecektir. Zira HMK md. 65’e göre;

“Bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen ya da tamamen hak iddia eden üçüncü kişi, hüküm verilinceye kadar bu durumu ileri sürerek, yargılamanın taraflarına karşı aynı mahkemede dava açabilir”.

Asli müdahale esasen derdest davanın davacısı ve davalısına karşı açılmış yeni bir davadır [15]. Ancak Cumhuriyet savcısının açtığı hukuk davasında böyle bir durum da söz konusu değildir. Cumhuriyet savcısı doğrudan doğruya bir dava açmaktadır veya açılmış davaya katılmaktadır. Zaten açılmış bir davanın davacısı ve davalısına karşı yeni bir dava açmamaktadır. Tüm bu tartışmanın sonucunda Cumhuriyet savcısının açılmış olan bir hukuk davasına katılması kanaatimizce asli müdahaleye daha uygundur. Her ne kadar izah edildiği üzere bu durum tam bir asli müdahale olmasa ve akıllara feri müdahale olabileceği fikrini getirse de HMK md.70 hükmünün lâfzî yorumu ve Cumhuriyet savcısının davanın sonunda verilen hükmü kanun yoluna taşıyabilmesi karşısında Cumhuriyet savcısının açılmış olan bir hukuk davasına katılmasını “asli müdahale” olarak nitelendirmek daha doğru olacaktır [16].

C- KANUN YOLLARINA BAŞVURMA YETKİSİ

Cumhuriyet savcısının bir hukuk davasındaki üçüncü rolü davada verilen hükmü kanun yollarına taşıyabilmesidir. Bu durum yukarıdaki başlıklarda izah ettiğimiz gibi Cumhuriyet savcısının bir hukuk davası açma ya da açılmış bir hukuk davasına katılmasından kaynaklanır ki bu halde Cumhuriyet savcısı olağan kanun yollarına başvurabilir. Bununla birlikte bir de mevzuatımızda açıkça düzenlenen bir durum vardır ki o da Cumhuriyet savcısının bir olağanüstü kanun yolu olarak “kanun yararına temyiz” yoluna başvurabilmesidir. Gerçekten de HMK md. 363’e göre;

“İlk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin kesin olarak verdikleri kararlarla, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlara karşı, yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek Adalet Bakanlığı veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur”.

Görüldüğü gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, kendisinin ya da herhangi bir Cumhuriyet savcısının açmadığı ya da katılmadığı bir hukuk davasını kanun yararına temyiz edebilmektedir.

II- EVLİLİĞİN MUTLAK BUTLANI DAVASI

A- EVLİLİĞİN MUTLAK BUTLANI

Bu başlıkta öncelikle kısaca evliliğin hangi hallerde mutlak butlan yaptırımı ile geçersiz olduğu konusuna değinilecek, daha sonra asıl konumuz olan mutlak butlan davasında Cumhuriyet savcısının rolü konusunda incelemeler yapılacaktır.

1. Medeni Hukukta Yaptırım Türleri Ve Mutlak Butlan

Medeni hukukun düzenlediği alanda bir hukuki işlemini geçersiz olmasından söz ederken esasen üç tür geçersizlik türünden bahsedilir. Bunlar yokluk, butlan ve tek taraflı bağlamazlıktır.

Yokluk bir hukuki işlemin en ağır geçersizlik halidir. Geçersizliğin yokluk şeklinde ortaya çıktığı bu yaptırım türünde taraflar o hukuki işlem için kanunların aradığı kurucu unsurlarda bir eksiklik meydana getirmiş olurlar [17]. Kurucu unsurlarında sakatlık bulunan bu hukuki işlem de hukuk âleminde hiç doğmaz, “yok”tur.

Bir hukuki işlem kanunların aradığı kurucu unsurlara sahip olmasına rağmen kanunların getirdiği emredici kurallara ya da şekil kurallarına aykırı ise mutlak butlan, bu derece sakat olmamakla birlikte kanunların o hukuki işlemin taraflarının menfaatine olarak getirdiği bazı düzenlemelere aykırı ise nispi butlan söz konusu olur.

Kanunların bazı hukuki işlemlerin geçerli olması için başka bir kişi ya da makamın onay ya da iznini aradığı durumlarda bu onay ya da izin alınmadan o işlem yapılırsa bu sefer de tek taraflı bağlamazlık (askıda hükümsüzlük) yaptırımı söz konusu olur [18].

2. Evliliğin Mutlak Butlan İle Geçersiz Olduğu Haller

Evlenme de en geniş tabiri ile bir hukuki işlem olduğundan yukarıda bahsettiğimiz geçersizlik halleri evlenme için de söz konusu olacaktır. Bu cümleden olarak evlenme işleminin kurucu unsurları (taraf iradelerinin uyumu, iki ayrı cinsiyetten kişinin evlenmesi ve resmi memur önünde evlenilmesi) tamam olmasına rağmen kanunun getirdiği diğer bazı emredici kurallara aykırılık halinde evliliğin mutlak butlan ile geçersiz olduğundan bahsederiz.

TMK’da evliliği mutlak butlan ile sakatlayan dört hal sayılmıştır ve bu sayma tahdididir. Bu sebeplerden başka bir sebeple evliliğin mutlak butlan ile geçersiz olduğundan bahisle dava açılamaz [19]. TMK md.145’e göre; “Aşağıdaki hâllerde evlenme mutlak butlanla batıldır:

  1. Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,
  2. Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması,
  3. Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,
  4. Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması”.

İşte bu hallerde şeklen bir evlilik mevcut olsa da bu evlilikte kamu düzenine aykırı olacak derecede bir hukuka aykırılık bulunmaktadır. Bu sebeple yapılmış olan evlilik mutlak butlan ile batıldır ve kamu düzeninin tesisi bakımından ortadan kaldırılması gerekmektedir. Ancak evliliğin mutlak butlan ile geçersiz olması halinin diğer hukuki işlemlerin mutlak butlan ile geçersiz olmasından ayrılan çok önemli bir fark bulunmaktadır. Şöyle ki; bir hukuki işlem mutlak butlan ile geçersiz olduğunda bu geçersizlik ilk andan itibaren kendisini gösterir ve hâkim tarafından butlana karar verilmese dahi o işlem hükümsüz, içi boş bir işlemdir [20]. O kadar ki dava konusu hukuki işlemin mutlak butlan ile geçersiz olduğu davada bir itiraz olarak her zaman ileri sürülebilir ve hâkim de bu durumu resen gözetmek zorundadır [21]. Ancak evliliğin mutlak butlanı, her ne kadar butlan sebebi vaki olsa da, evliliği gerçekleştiği andan itibaren hükümsüz kılmamaktadır. Nitekim TMK md. 156’ya göre;

“Batıl bir evlilik ancak hâkimin kararıyla sona erer. Mutlak butlan hâlinde bile evlenme, hâkimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur”.

Görüldüğü gibi mutlak butlan ile sakat ola bir evlilik diğer hukuki işlemler gibi kendiliğinden hükümsüz olmamaktadır. Bilakis ortadan kalkması için hâkimin bu konuda karar vermesi zorunludur. Hatta bu karara kadar, mutlak butlanla geçersiz olan bu evlilik de geçerli bir evliliğin doğurduğu bütün hüküm ve sonuçları doğuracaktır. Bir örnek vermek gerekirse mutlak butlan ile sakat olan bir evlilik hâkim tarafından butlana karar verilmezden evvel söz gelimi ölüm sebebiyle sona ererse sağ kalan eş ölen eşe mirasçı olabilecektir. Keza bu evlilikten doğan çocuklar da evlilik içinde doğmuş kabul edilecektir.

B- MUTLAK BUTLAN DAVASI

Gerçekleşmiş olan bir evlilikte kanunda sayılan mutlak butlan sebeplerinden birisi vaki ise bu evlilik hükümsüzdür. Ancak yukarıda da açıkladığımız üzere bu hükümsüzlük kendiliğinden evliliğin iptali sonucunu doğurmamaktadır. Mutlak butlanla sakat bir evlilik hâkim kararıyla iptal edilene kadar geçerli bir evliliğin hüküm ve sonuçlarını doğurur. Batıl evliliğin ortadan kalkması için hâkim kararı zorunludur. İşte mutlak butlan ile geçersiz bir evliliği ortadan kaldırmak için mutlaka bir dava açmak gerekmektedir.

1. Görevli Mahkeme

Evliliğin mutlak butlan sebebiyle iptaline ilişkin davalarda görevli mahkeme aile mahkemesidir. Nitekim 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4/1-1.maddesine göre; “22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile 3.12.2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler” aile mahkemesinin görevine girmektedir.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan (HMK md. 1), evliliğin butlanı davasına başka mahkemede bakılması derecaatta mutlak bozma sebebi teşkil eder. Yargıtay önüne gelen bir yargı yeri belirtilmesi uyuşmazlığında şu şekilde karar vermiştir:

“Taraflar arasındaki mutlak butlanla evliliğin iptaline ilişkin davada Malatya 4.Asliye Hukuk ve Malatya 2.Aile Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Dava eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığının bulunması sebebiyle mutlak butlanla evliliğin iptaline ilişkindir.

Asliye Hukuk Mahkemesi’nce, 4721 sayılı TMK’nın 146. maddesi gereğince açılan evliliğin butlanı davası olduğunu, nüfus kaydı düzeltim davası açılmamış olduğunu, mutlak butlan davasında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerektiği, gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

Aile Mahkemesi ise, davanın nüfus kaydı düzeltim davası olduğu, Aile Mahkemesinin görevine girmediği gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurmuştur.

Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması evliliği mutlak butlanla batıl kılar (TMK.md.145/4). Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından res’en açılır. Bu dava ilgilisi olan herkes tarafından da açılabilir (TMK.m.146).

Somut olayda, Mehmet Cengiz ile Zeynep Cengiz’in arasında 129/1. maddesi gereğince evlenmeye engel olacak derecede (teyze-yeğen) akrabalık ilişkisi bulunduğu iddiasına dayalı olarak,, Cumhuriyet Savcısı tarafından davaname ile; evliliğin iptali istenmiştir. Bu durumda, davanın nüfus kaydının düzeltilmesi niteliğinde bulunmadığı, Cumhuriyet Savcısı tarafından açılan Türk Medeni Kanununun 145/4. maddesi gereğince mutlak butlan sebebiyle evliliğin iptaline ilişkindir.

Görev kamu düzenine ilişkin olup, 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4. maddesi; 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından üçüncü kısım hariç olmak üzere (TMK m.118-395) kaynaklanan bütün davaların Aile Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan  nedenlerle; 6100 sayılı HMK.’nun 21. ve 22. maddeleri gereğince Malatya 2. Aile Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE,  15.11.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi” [22].

Aile mahkemesi teşkilatının bulunmadığı yerlerde ise evlenmenin butlanı davalarına asliye hukuk mahkemelerinde, aile mahkemesi sıfatıyla bakılır [23] (4787 s. K. md. 2/2).

2. Yetkili Mahkeme

Evlenmenin butlanı davasında kanun koyucu atıf yoluyla bir kural içi boşluk oluşturmuş ve TMK md. 160 hükmünde; “Evlenmenin butlanı davasında, yetki ve yargılama usulü bakımından boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır” düzenlemesini getirmiştir. Boşanma davalarında yetkili mahkemeyi düzenleyen TMK md. 168 hükmüne göre ise;

“Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir”.

O halde evlenmenin butlanı davasında da yetkili mahkeme eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir. Davacı bu iki mahkemeden birisinde davasını açabilir.

1086 sayılı HUMK zamanında yetki kuralları kamu düzeninden olan ve olmayan yetki kuralları olarak ikiye ayrılmakta, kamu düzeninden olan yetki kuralları ise kesin ve kesin olmayan yetki kuralları olarak ikiye ayrılmakta idi. 1086 sayılı HUMK zamanında verilen bir kararda Yargıtay boşanma davalarındaki yetki kuralının kamu düzeni ile ilgili; ancak kesin olmayan bir yetki kuralı olduğuna karar vermiştir [24]. 2012 yılında yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK [25] kamu düzeninden olan–olmayan yetki ayrımını kaldırmış ve yetki kurallarını doğrudan kesin yetki ve kesin olmayan yetki kuralları olarak düzenlemiştir [26]. İşte bu yeni sisteme göre boşanma davalarında ve bu arada evlenmenin butlanı davalarında kesin olmayan yetki kuralı bulunduğundan bahsedilir [27].

Evlenmenin butlanı davası için getirilen yetki kurallarının kesin yetki kuralı olmamasının iki önemli sonucu bulunmaktadır. Bunların birincisi, hâkimin yetkili olup olmadığını resen gözetememesi, ikincisi ise davalının bir ilk itiraz olarak yetkiye itiraz edebilmesidir. İşte, dava yetkisiz mahkemede açılmış olsa bile eğer davalı ilk itiraz olarak bu hususu ileri sürmezse davanın açıldığı mahkeme yetkili hale gelir, hâkim yetkisizlik kararı veremez. Konuyla ilgili olarak Yargıtayın şu şekilde bir kararı mevcuttur:

“Dava, eşler arasında, evlenmeye engel olacak derecede (TMK. md. 129/1) hısımlığın bulunması sebebiyle evliliğin iptali ( TMK. md. 145/3) isteğine ilişkin olup Cumhuriyet Savcısı tarafından re’sen açılmış olup eşlere ve nüfus müdürlüğüne husumet yöneltilmiştir. (TMK. md.146/1). Evlenmenin butlanı davasında yetki ve yargılama usulü bakımından boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır (TMK. md. 160). Bu bakımdan, evliliğin iptali davalarında yetki, kesin yetki değildir.  Yargıtay,   kanunun sarih maddesine muhalif gördüğü diğer sebeplerle temyiz olunan kararı bozabilir (HUMK. md.439/2).  Yetki itirazı, ilk itirazlardan olduğundan usulün 188. ve 195. madeleri uyarınca, on günlük cevap süresi içinde ileri sürülmelidir. Davalılar Muazzez ve Nusret, herhangi bir yetki itirazında bulunmamışlardır. Bu bakımdan işin esasının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde re’sen yetkisizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir [28].

3. Evlenmenin Butlanı Davasının Niteliği

Evlenmenin butlanını isteme hakkı kural olarak bozucu yenilik doğuran bir haktır. Esasen yenilik doğuran hakların kullanılabilmesi için bir dava açılması şart olmasa da bazı yenilik doğuran haklar sonuçlarını ancak bir mahkeme kararı ile doğurur. İşte evlenmenin butlanı da sonuçlarını ancak bir mahkeme kararı ile doğuran bir bozucu yenilik doğuran haktır [29]. Bu sebeple evlenmenin butlanı için açılacak dava türü bakımından bir inşai davadır (HMK md. 108).

HMK md. 108/3’e göre

“Kanunlarda aksi belirtilmedikçe, inşaî hükümler, geçmişe etkili değildir”.

Bu cümleden olarak evlenmenin butlanı davasında verilen inşai hüküm geleceğe etkilidir. Yani butlan kararı ile evlilik, yapıldığı tarihten itibaren değil; karar verildikten sonraki dönem için evlilik ortadan kalkmaktadır. Gerçekten de batıl bir evlilik ancak hâkimin kararıyla sona erer. Mutlak butlan hâlinde bile evlenme, hâkimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur (TMK md. 156).

4. Dava Açma Süresi

Mutlak butlan ile geçersiz bir işlem en başından beri geçersiz olup hiçbir zaman geçerli hale gelemediğinden evlenmenin mutlak butlandan dolayı iptaline ilişkin dava da her zaman açılabilir. Bu konuda getirilmiş bir zamanaşımı ya da hak düşürücü süre bulunmamaktadır [30].

5. Evlenmenin Butlanı Davasında Taraflar

TMK md. 146’ya göre; “Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından re’sen açılır. Bu dava, ilgisi olan herkes tarafından da açılabilir”. Buna göre evlenmenin mutlak butlanı davasını Cumhuriyet savcısı veya her ilgili açabilir. Burada ilgiliden kasıt, eşlerden her birisi, eşlerin mirasçıları veya yasal temsilcisidir [31]. Bir görüşe göre de ilgili kavramının içine bu sayılanlardan başka, maddi ve manevi menfaati olanlar da girer [32].

Davalı ise Cumhuriyet savcısının açtığı davalarda her iki eş, ilgililerin açtığı davada yine her iki eş, eşlerin açtığı davada ise diğer eştir [33].

III- EVLİLİĞİN MUTLAK BUTLANI DAVASINDA CUMHURİYET SAVCISININ ROLÜ

A- GENEL OLARAK

Yukarıda da belirttiğimiz gibi TMK md. 146 hükmünün yüklediği görev dolayısıyla mutlak butlan sebebi bulunan evliliğe Cumhuriyet savcısının dava açması zorunludur. Evliliğin butlanı davasında görev, yetki, süre ve davanın niteliği konusunda yaptığımız açıklamalar davanın Cumhuriyet savcısı tarafından açılması halinde de aynen geçerlidir. Yalnız Cumhuriyet savcısının açtığı dava bazı yönlerden diğer kişilerin açtığı davadan ayrılır. Bu başlıkta Cumhuriyet savcısınca açılan mutlak butlan davasının özellik arz eden hususları üzerinde durulacaktır.

B- TARAF TEŞKİLİ

Cumhuriyet savcısının açtığı evliliğin butlanı davasında davacı Cumhuriyet savcısıdır ve burada bir tereddüt yoktur. Bu davanın davalısı ise eşlerdir [34]. Açıkçası burada davalı eşler arasında mecburi dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Mecburi dava arkadaşlarının hepsi bakımından aynı hüküm verilmesi zorunlu olduğu için [35], evliliğin mutlak butlanı sebebiyle Cumhuriyet savcısı tarafından eşlere karşı açılacak davada kanımızca maddi mecburi dava arkadaşlığı bulunmaktadır [36].

Uygulamada Cumhuriyet savcısı tarafından açılan evliliğin butlanı davasında Nüfus İdaresinin taraf olup olmadığı konusu bir süre tartışılmıştır. Mahkemelerce Nüfus İdaresinin de taraf olması konusunda kararlar verildiği gibi doktrinde de bazı yazarlar evliliğin butlanı davasında Nüfus İdaresinin davalı olması gerektiğini belirtmişlerdir [37]. Ancak bu görüş isabetli değildir. Evliliğin butlanı eşler arasındaki bir hak ile ilgili olduğundan ve bir davada davalı taraf o hakkı etkilenen kişi olduğundan bu davada da davalıların eşler olması gerekir. Nitekim Yargıtay bu konuda verdiği istikrarlı kararlar ile tartışmayı bitirmiştir. Örneğin;

“Dava, evliliğin mutlak butlan nedeniyle iptaline ilişkin olup, Cumhuriyet Savcısı tarafından açılmıştır. (TMK.md.146) Davada Nüfus Müdürlüğünün taraf sıfatı bulunmadığından hakkındaki davanın reddi gerekirken Nüfus Müdürlüğü yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur” [38].

Yine başka bir dosyada Yargıtayca şu karar verilmiştir:

“Dava, Türk Medeni Kanununun 129. maddesinde  belirtilen evlenme engeli nedeniyle Türk Medeni Kanununun 145/4.maddesi gereğince mutlak butlan nedeniyle evliliğin iptali istemine ilişkindir. Dava ve taraf ehliyeti kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında resen göz önüne alınır. Cumhuriyet Savcısı tarafından açılan davanın davalıları evli görünen eşlerdir. Davalı olarak gösterilen Nüfus Müdürlüğünün bu davada taraf ehliyeti yoktur. Mahkemece davalı Nüfus İdaresi hakkındaki davanın husumet ehliyeti nedeniyle reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır[39].

C- CUMHURİYET SAVCISININ DAVA AÇMA YETKİSİNİN ORTADAN KALKTIĞI DURUMLAR

TMK md. 147’ye göre;

“Sona ermiş bir evliliğin mutlak butlanı Cumhuriyet savcısı tarafından re’sen dava edilemez; fakat her ilgili, mutlak butlanın karar altına alınmasını isteyebilir.

Ayırt etme gücünün sonradan kazanılması veya akıl hastalığının iyileşmiş olması durumlarında mutlak butlan davasını yalnız ayırt etme gücünü sonradan kazanan veya akıl hastalığı iyileşen eş açabilir.

Evliyken yeniden evlenen bir kimsenin önceki evliliği mutlak butlan kararı verilmeden önce sona ermişse ve ikinci evlenmede diğer eş iyiniyetli ise, bu evlenmenin butlanına karar verilemez”.

Buna göre Cumhuriyet savcısı evliliğin mutlak butlan ile sakat olduğu her ihtimalde dava açma yetkisine sahip değildir. Konuya daha detaylı bakmak gerekirse;

– Cumhuriyet savcısı, hakkında mutlak butlan sebebi olan bir evlilik herhangi bir şekilde sona ermişse bu evliliğin iptali veya butlanın tespiti için dava açamaz. Gerçekten de mutlak butlan ile sakat olan bir evlilik henüz mahkemece iptal edilmeden, ölüm, gaiplik, boşanma, fesih gibi bir sebeple sona ermiş olabilir. İşte bu hallerde artık mutlak butlan konusunda Cumhuriyet savcısının bir dava açma yetkisi bulunmamaktadır. Eğer sona ermiş bir evliliğin butlanı için Cumhuriyet savcısınca dava açılırsa mahkemenin husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar vermesi gerekir [40].

– Evlenme sırasında eşlerden birisinin ayırt etme gücüne sahip olmaması ya da evliliğe engel olacak derecede akıl hastası olması durumunda yapılan evlilik mutlak butlan ile geçersizdir ve bu halde Cumhuriyet savcısı evliliğin iptali için dava açabilir. Ancak maddede de açıkça belirtildiği gibi ayırt etme gücünün sonradan kazanılması veya akıl hastalığının iyileşmiş olması durumlarında mutlak butlan davasını yalnız ayırt etme gücünü sonradan kazanan veya akıl hastalığı iyileşen eş açabilir. Bu halde Cumhuriyet savcısı evlilikte mutlak butlan sebebi oluştu diye dava açamaz. Daha öncesinden açılmış olan bir mutlak butlan davası sırasında eş, ayırt etme gücünü kazanır ya da akıl hastalığı iyileşirse Cumhuriyet savcısının açtığı dava konusuz kalır ve mahkemenin karar verilmesine yer olmadığına karar vermesi gerekir [41].

– Kural olarak bir kişi evli iken ikinci evliliğini yapamaz. Eğer böyle bir evlilik gerçekleşirse bu evlilik mutlak butlan ile sakat bir evlilik olur (TMK md. 145/1-2). Evlilik mutlak butlan ile sakat olduğundan dolayı da Cumhuriyet savcısının bu evliliğin butlanını dava etme hakkı doğar. Ancak madde metninde de açıkça belirtildiği üzere evliyken yeniden evlenen bir kimsenin önceki evliliği mutlak butlan kararı verilmeden önce sona ermişse ve ikinci evlenmede diğer eş iyiniyetli ise, bu evlenmenin butlanına karar verilemez. Bu hükmü aynı zamanda söz konusu evliliğin butlanı dava edilemez, edilmişse davaya devam edilemez şeklinde de anlamak gerekir. İşte bu sebeple Cumhuriyet savcısı burada evliliğin butlanını dava edemez, daha önceden dava açılmışsa mahkemenin bu davada dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar vermesi gerekir. Ancak pek tabii ki ikinci evlenmedeki eş iyiniyetli değilse, yani evlendiği kişinin zaten evli olduğunu biliyor ya da durum ve şartlara göre bilmesi gerekiyorsa, TMK md. 147/3 hükmünden yararlanamayacak [42] ve bu halde Cumhuriyet savcısı evliliğin butlanını dava edebilecektir.

– TMK md. 154 ve 155’te butlanı gerektirmeyen sebepler başlığında kadının bekleme süresine uymadan evlilik yapmasının ve evlendirmeye yetkili memur önünde yapılmış olan bir evlilikte kanunun diğer şekil kurallarına uyulmamasının butlanı gerektirmeyeceği belirtilmiştir. Bu tür evlilikler hakkında mahkemece evliliğin butlanına karar verilemeyeceğine göre Cumhuriyet savcısı tarafından da evliliğin butlanı davası açılamaz.

D- DAVA SEBEBİ

Cumhuriyet savcısının TMK md. 147/1’e göre dava açabilmesi için dava konusu edeceği evlilikte bir mutlak butlan sebebinin bulunması gerekir. Buna göre Cumhuriyet savcısı nispi butlan ile geçersiz evliliklerin iptali için dava açamayacağı gibi tarafların boşanmasına ya da evliliğin feshine ilişkin de bir dava açamaz. Zira evliliğin nispi butlanı sadece eşler ya da yasal temsilci tarafından dava edilebilir. Burada Cumhuriyet savcısı ya da her ilgilinin dava hakkı bulunmamaktadır.

Yargıtay konuya ilişkin bir kararında şu şekilde hüküm vermiştir:

“Karacabey Cumhuriyet Başsavcılığının 23.8.2001 günlü davanamesiyle Karacabey Nüfus Müdürlüğü, Özer Kürpe ve Gülfidan Kürpe’ye karşı açılan davada Özer Kürpe’nin 1.2.1985 doğumlu olmakla yaşı sebebiyle ancak hakimden izin almaksızın evlendiği ileri sürerek evlenme akdinin ve nüfus kayıtlarının iptaline karar verilmesinin talep edildiği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.”

Bu davadaki olay mutlak butlan sebeplerinden olmadığından davayı Cumhuriyet Savcısı açamaz. O halde usulüne uygun açılmış olmayan davanın reddi gerekirken evliliğin iptaline karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır [43].

Yine Yargıtayın benzer bir kararında açıkça;

“Dava, Cumhuriyet Savcısı tarafından res’en açılmış olup, davaname ile; 1937 doğumlu Ayşe’nin Beşir’le evliyken 1971’de Mehmet’le de evlendiği iddiasına dayalı ikinci evliliğin iptali istenmiştir … Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, Mehmet Erzurum’la fiilen evli olanın 1937 doğumlu Ayşe olmayıp, kardeşi 1944 doğumlu Ayşe Fatma olduğu, ancak nüfusta, Mehmet’le evlenenin 1937 doğumlu Ayşe olduğuna ilişkin tescil kaydı oluşturulduğu, 1944 doğumlu Ayşe Fatma’nın kaydında ise medeni durumunun “bekar” gözüktüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda, aynı kişinin evliyken yeniden evlenmesi sözkonusu  olmadığına göre mutlak butlanın varlığından söz edilemez. Gerçekleşen bu fiili durum karşısında dava, evlenme olayının nüfusa hatalı tescil ve tesisinden kaynaklanan nüfus kaydının düzeltilmesi mahiyetindedir ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetler Kanununun  36. maddesine dayanmaktadır” [44]

şeklinde hüküm kurarak mutlak butlan sebebi olmayan bir evlilik için Cumhuriyet savcısının dava açamayacağını vurgulamıştır.

E- CUMHURİYET SAVCISININ AÇTIĞI DAVADA YARGILAMA USULÜ

1. Yargılama Usulü

4787 sayılı Kanunun 7/2. maddesine göre; “Özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu Kanunda hüküm bulunmayan konularda Türk Medenî Kanununun aile hukukuna ilişkin usul hükümleri ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır”. 6100 sayılı HMK’nın 316.maddesinde evliliğin butlanı davaları sayılmadığı için bu davalarda da yazılı yargılama usulü uygulanacaktır. Dolayısıyla Cumhuriyet savcısı da davasını bir dilekçe ile açıp takip edecektir. Cumhuriyet savcısının mahkemeye vereceği dava dilekçesine ilişkin olarak yukarıdaki açıklamalarımıza atıfta bulunuyoruz.

Cumhuriyet savcısının açtığı evliliğin butlanı davasında resen araştırma ilkesi uygulanır. Nitekim HMK md. 70/3’e göre; “Cumhuriyet savcısının yer aldığı dava ve işler üzerinde taraflar serbestçe tasarruf edemezler”. Bu konuda yukarıda “dava açma yetkisi” başlığı altında yaptığımız açıklamalara atıf yapıyoruz.

2. Cumhuriyet Savcısının Duruşmaya Çağrılması Zorunluluğu

Cumhuriyet savcısının açtığı evliliğin butlanı davasında mahkeme, belirleyeceği duruşma gününü usulüne uygun olarak Cumhuriyet savcısına tebliğ etmek zorundadır. Bu durum tarafların duruşmaya çağrılmasını düzenleyen HMK139 ve 147.maddelerinin anlamından kaynaklanmaktadır. Zira Cumhuriyet savcısı da açtığı evliliğin butlanı davasında davacı taraftır (HMK md. 70) ve her davacı gibi Cumhuriyet savcısının da davaya çağrılması gerekmektedir. Aile mahkemesi Cumhuriyet savcısını duruşmaya usulünce çağırmadan karar verirse Yargıtay sırf bu durumu bozma sebebi olarak kabul etmektedir [45]. Yine Yargıtayın konuyu detaylı incelediği bir kararında verdiği hüküm şu şekildedir:

“31.3.2011 tarihli 6217 sayılı “Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. ve Türk Medeni Kanununun 138. maddesinde değişiklik yapmış; bu hükümlerde yer alan “Cumhuriyet savcısı” ibaresini kanun metninden çıkarmış, dolayısıyla yürürlükten kaldırmıştır. Düzenleme, sadece bu maddelere dayanan hukuk davaları için geçerlidir. Cumhuriyet savcısı tarafından açılan diğer hukuk davalarında 6217 sayılı Kanunla yapılan değişikliği uygulama olanağı yoktur. Bu bakımdan Cumhuriyet savcısına davanın “tarafı” olarak duruşma günü tebliğ edilmeden, diğer bir ifade ile taraf teşkili sağlanmadan yargılamaya devam edilip hüküm kurulması doğru olmamıştır [46]”.

Aile Mahkemesinin Cumhuriyet Savcısına yapacağı tebligat usulüne uygun olmak zorundadır. Nitekim Yargıtay bir kararında bu konuya da temas etmiştir:

“Cumhuriyet Savcılığına tebligat, tebliğ olunacak evrakın aslının Cumhuriyet Savcısına gösterilmesi suretiyle olur. Tebligatın yapıldığının belgelendirilmesi (tevsiki) için, Cumhuriyet Savcısı, tebliğ evrakının aslına “görüldü” yazarak altını imza eder. (Teb.K.md.43, Teb.Tüzüğü md.65/1) Ancak, yapılan tebligat eğer bir sürenin başlangıcı olacaksa, tebliğ tarihi tebliğ evrakının aslının altına yazılır ve imza edilir. (Teb.K.m.43, Niz.md.65/2). Duruşma günü Cumhuriyet Savcısına yukarıda açıklanan biçimde tebliğ edilmediği gibi, davalılara ise hiç tebligat yapılmamıştır[47].

3. Cumhuriyet Savcısının Duruşmada Hazır Bulunması Zorunluluğu

Nasıl ki mahkemece duruşma gününün Cumhuriyet savcısına tebliğ edilmesi zorunlu ise Cumhuriyet savcısının da usulüne göre davet edildiği davayı takip etmesi zorunludur.

Burada akıllara Cumhuriyet savcısı duruşmaya katılmazsa HMK md. 150 gereğince dosyanın işlemden kaldırılması kararı verilip verilmeyeceği gelmektedir. Yargıtay bir kararında “Davayı açan Cumhuriyet Savcısının davaya katılma zorunluluğu da yoktur. Davacının duruşmaları izlememesi halinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 409/1. maddesi uyarınca davanın işlemden kaldırılması yoluna gidilemez” şeklinde hüküm vererek Cumhuriyet savcısının duruşmaya katılmaması halinde dosyanın işlemden kaldırılamayacağını belirtmiştir [48]. Ancak başka bir olayda ise “Duruşma günü Cumhuriyet Savcısına yukarıda açıklanan biçimde tebliğ edilmediği gibi, davalılara ise hiç tebligat yapılmamıştır. O halde, dosyanın işlemden kaldırılması ve bunun sonucu açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır [49] şeklinde karar vermiştir. Bu karara göre Yargıtay, Cumhuriyet savcısına duruşma günü usulünce bildirilmediğinden dolayı yerel mahkemenin dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermesini hatalı bulmuştur. Bu kararın mefhum-u muhalif yorumundan duruşma günü usulünce Cumhuriyet savcısına tebliğ edilmesine rağmen Cumhuriyet savcısı davaya katılmazsa dosyanın işlemden kaldırılabileceği anlamı çıkmaktadır.

Prof. Baki Kuru’ya göre de “savcı, açmış olduğu bir hukuk davasının duruşmasına gelmez ise, davalı taraf, dosyanın işlemden kaldırılmasını (H.U.M.K. m. 409) veya yargılamaya savcının yokluğunda devam edilmesini (H.U.M.K. m. 213, 377) isteyebilir. Savcının açtığı hukuk davasının duruşmasına gelmemesinin müeyyidesi, davanın savcının yokluğunda görülmesi veya davalının isteği üzerine dosyanın işlemden kaldırılmasıdır. Mahkemenin, duruşmaya gelmeyen savcıyı duruşmaya getirmek için savcıya karşı zor kullanma yetkisi söz konusu değildir” [50].

Cumhuriyet savcısının açtığı evliliğin butlanı davası kamu düzeninden olduğundan bu davada Cumhuriyet savcısının duruşmaya katılmaması halinde dosyanın işlemden kaldırılacağını kabul etmek kanımızca kamu düzeni ilkesi ile çelişmektedir. Kanun koyucu mutlak butlanla sakat olarak değerlendirdiği evlilikleri toplum bakımından da zararlı gördüğünden dolayı Cumhuriyet savcısına bunu dava etme görevi yüklemiştir. Bu manada eşlerin anlaşması ya da kabullenmese dahi o evlilik butlan sebebiyle iptal edilecektir. Zira bu evlilik kamu düzenini bozmaktadır. Buna göre mahkemenin, Cumhuriyet savcısına duruşma gününü usulünce tebliğ etmesi ancak Cumhuriyet savcısı gelmese dahi gereken kararı vermesi gerekmektedir.

4. Yargılama Giderleri

Cumhuriyet savcısının açtığı evliliğin butlanı davası kabul olursa yargılama giderleri davalı yana yüklenir. Ancak davanın reddine karar verilirse yargılama giderleri Hazineye yükletilir.

5. Kanun Yolları

Cumhuriyet savcısı açtığı evliliğin butlanı davasında taraf olduğundan her taraf gibi mahkemece verilen hükmü kanun yollarına götürebilir. Burada kanun yolundan kastımız zaten başvurma yetkisi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında olan kanun yararına temyiz yolu değil; olağan kanun yolları olan istinaf ve temyiz kanun yollarıdır. Aile mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulandığından ve yazılı yargılama usulünde de istinaf ve temyiz süreleri kararın tebliğinden itibaren başladığından Cumhuriyet savcısı da mahkeme kararının kendisine usulünce tebliğinden itibaren söz konusu kanun yollarına başvurabilir. Bu açıdan bakıldığında mahkemenin -tıpkı duruşma gününü tebliğ ettiği gibi- kararını da Cumhuriyet savcısına usulünce tebliğ etmesi zorunludur. Nitekim Yargıtay bir kararında Cumhuriyet savcısına tebliğ edilmeden gönderilen dosyayı mahkemesine iade etmiştir:

“Kararın ve temyiz dilekçesinin, Tebligat Kanunu 43.maddesi uyarınca Cumhuriyet Savcısına tebliği için dosya geri çevrilmiş ise de, geri çevirme ilamımızın gereği tam olarak yerine getirilmemiştir,

Dava, evlenmenin iptali davası olup, Cumhuriyet Savcısı tarafından davaname ile açılmıştır. Gerekçeli karar ve temyiz dilekçesi Cumhuriyet Savcısına tebliğ mazbatası ile tebliğ edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığına yapılacak tebligat, tebliğ olunacak varaka aslının kendisine gösterilmesiyle olur. Bu tebliğ bir mehile başlangıç olacaksa Cumhuriyet Başsavcısı gösterildiği günü varakanın aslına işaret ve imza eder (Teb. Kanunu m. 43). Gösterilen usul çerçevesinde kararın ve temyiz dilekçesinin Cumhuriyet Başsavcılığına tebliği ile temyiz süresi beklendikten sonra gönderilmek üzere dosyanın mahalli mahkemesine ikinci kez İADESİNE oybirliğiyle karar verildi” [51].

Cumhuriyet savcısı mahkeme kararına karşı HMK md. 348 ve 366 gereğince katılma yoluyla da istinaf ve temyiz yollarına başvurabilir.

“Cumhuriyet savcısına karar 11.05.2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Hükmü temyiz etmemiş tarafın diğer tarafın temyizine cevapla birlikte hükme ilişkin itirazlarını bildirmek suretiyle hükmü katılma yolu ile temyiz (HUMK.md.433/2) mümkün ise de; bu şekilde yapılan temyizin kabul edilebilmesi, asıl temyizin geçerli şekilde yapılmış olmasına bağlıdır. Kararı temyiz eden davalı Seçgin’in temyiz talebi birinci bentte gösterilen sebeple reddi gerekip incelenemediğinden; buna bağlı olarak yapılan katılma yoluyla yapılan temyiz talebinin de artık incelenmesi mümkün değildir. Bu sebeple Cumhuriyet savcısının temyiz isteğinin de reddine karar vermek gerekmiştir” [52].

SONUÇ

İncelememizde öncelikle Cumhuriyet savcılarının hukuk davalarındaki durumuna genel bir bakış attıktan sonra TMK’da düzenlenen evliliğin butlanı sebeplerini ve butlan davasını kısaca izah etmeye çalıştık. Daha sonra da evliliğin butlanı davalarında Cumhuriyet savcısının rolünü görev, yetki, davacı sıfatı, yargılama usulü ve kanun yolları bakımından inceledik. Tüm bu açıklamaların ışığında, uygulamada Cumhuriyet savcılarının asıl görevleri olan suç soruşturmalarının getirdiği iş yükü karşısında kanun tarafından görevlendirildikleri hukuk davalarına yeterince vakit ayırdığını söylemek güçtür. Burada yapılacak bir kanuni düzenleme ile evliliğin butlanı gibi kamu düzenini derinden etkileyen davalarda dava açma yetkisi ilgili kamu kuruluşlarına (Örneğin nüfus müdürlüğü veya Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının taşra birimleri) devredilebilir. Yahut Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesinde sırf hukuk davaları ile görevli “Hukuk Mahkemeleri Savcılığı” birimi oluşturularak o yerdeki hukuk davalarının bu birimce takip edilmesi düşünülebilir.

Açılan evliliğin butlanı davası kamu düzeni özelliğinin getirdiği bazı özellikler dışında normal bir hukuk davasının tabi olduğu yargılama usulüne tabidir. Çalışmamızda bu hususu değişik açılardan irdelemeye çalıştık. Ancak bu davaların kamu düzeninden olması çoğu usuli durum bakımından farklılık yaratmaktadır. Zira Cumhuriyet savcısının açtığı evliliğin butlanı davalarında resen araştırma ilkesi uygulanmakta, davaya son veren taraf işlemleri (feragat, kabul ve sulh) uygulanmamakta, (aksine görüşler olsa da) kanımızca dosyanın işlemden kaldırılması kararı verilememektedir.

 

REFERANSLAR:

[1] Yılmaz, Ejder: Savcıların Hukuk Davalarındaki Görevleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1972/XXIX, 1-2, Ankara, s. 260.

[2] Akıntürk, Turgut: Türk Medeni Hukuku İkinci Cilt Aile Hukuku, 9. Bası, 2004, İstanbul, s. 217

[3] Demirci, Hüseyin: Özel Hukuk Davalarında Cumhuriyet Savcılarının Görevleri, Yüksek Lisans Tezi, 2008, Konya.

[4] Yılmaz, s. 259’daki atıf ile Belgesay, M.R. : HUMK Şerhi -1 – Teoriler, sh. 71.

[5] Yılmaz, s. 260.

[6] Yılmaz, s. 260’daki atıf ile Önder; Mümtaz: Savcıların Teşkilat İçindeki Yerleri ve Görevleri, Ankara, 1967 -1968, sh. 139.

[7] “Dava, evlenmenin iptali davası olup, Cumhuriyet Savcısı tarafından davaname ile açılmıştır”, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 17.09.2015 tarih ve 2015/14328 E., 2015/16272 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi); “Cumhuriyet Savcısı tarafından davaname ile; evliliğin iptali istenmiştir” Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 15.11.2013 tarih ve 2013/17096 E., 2013/15780 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi).

[8] Yılmaz, s. 260.

[9] Kuru Baki, Arslan Ramazan, Yılmaz Ejder: Medeni Usul Hukuku, 25. Baskı, 2014, Ankara, s.338.

[10] Yılmaz, s. 260.

[11] Farklı yönde, Yılmaz, s. 276

[12] Kuru, Arslan,Yılmaz s. 497.

[13] Yılmaz, s. 276

[14] Kuru, Arslan,Yılmaz, s. 496

[15] Kuru, Arslan,Yılmaz, s. 498.

[16] Aynı yönde, Demirci, s.56.

[17] Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, 2006, İstanbul, s.298.

[18] Akipek, Jale; Akıntürk Turgut: Türk Medeni Hukuku Birinci Cilt Başlangıç Hükümleri Kişiler Hukuku, 5. Bası, 2004, İstanbul, s.347.

[19] Akıntürk, s. 201.

[20] Eren, s. 301.

[21] Kuru, Arslan, Yılmaz, s. 305.

[22] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 15.11.2013 tarih ve 2013/17096 E., 2013/15780 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[23] “Şu halde Aile Mahkemesi kurulmayan yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemelerinde davanın Aile Mahkemesi sıfatı ile görülüp karara bağlanması gerekir. (H.G.K. 16.11.2005 tarih ve 2/673-617 sayılı kararı)  Bu açıklama karşısında; davaya “Aile Mahkemesi” sıfatıyla bakılması gerekirken, bu husus düşünülmeden Asliye Hukuk Mahkemesi olarak yargılamaya devam edilip, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır” Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 07.03.2013 tarih ve 2012/4175 E., 2013/5996 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[24] Demirci, s. 70’teki 174 no.lu dipnottan alınarak; “Kesin yetkili işlerin neler olduğunu maddi hukuk açıklamıştır. Boşanmada kesin yetkiden söz edilmediğine göre her yer asliye hukuk mahkemesinde dava açılması imkan dahilindedir. Yetki ilk itiraz olarak ta ileri sürülmemiştir. (H.U.M.K. 187., 195. m.) Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şeklide hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” Yargıtay 2. H. D., E. 2003/3625; K. 2003/6711; T. 6.5.2003 sayılı kararı (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)”.

[25] Resmi Gazete, Tarih: 4/2/2011, Sayı :27836, Yayımlandığı Düstur: Tertip : 5, Cilt : 50

[26] Kuru, Arslan, Yılmaz, s. 150.

[27] Kuru, Arslan, Yılmaz, s. 133.

[28] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 18.09.2013 tarih ve 2013/17222 E., 2013/21247 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[29] Kuru, Arslan, Yılmaz, s. 265.

[30] Akıntürk, s. 201.

[31] Zevkliler, Aydın: Medeni Hukuk Giriş ve Başlangıç Hükümleri Kişiler Hukuku Aile Hukuku, 3. Basım, 1992, Ankara, s.776.

[32] Gençcan, Ömer Uğur: Aile Hukuku, 2011, Ankara, s. 482.

[33] Gençcan,  s. 471.; Akıntürk, s. 218.

[34] “Cumhuriyet Savcısı tarafından açılan davanın davalıları evli görünen eşlerdir”, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 16.02.2009 tarih ve 2007/16792 E., 2009/2155 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[35] Kuru, Arslan, Yılmaz, s. 474.

[36] Farklı yönde, Demirci, s. 69.

[37] Yılmaz, s. 265’teki atıf ile Önder, Mümtaz: Savcıların Teşkilat İçindeki Yerleri ve Görevleri, Ankara, 1967 -1968, s. 139. “Buna karşılık, Önder, evlilik nüfus kayıtlarına tescil edilmiş olduğundan davalılar kısmında nüfus memurluğunun da gösterilmesi gerektiği kanısındadır

[38] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 27.05.2010 tarih ve 2009/7177 E., 2010/10303 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi).

[39] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 16.02.2009 tarih ve 2007/16792 E., 2009/2155 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi).

[40] “Dava yakın hısımlık nedeniyle evliliğin mutlak butlanına karar verilmesine ilişkin olup; Cumhuriyet Savcısı tarafından açılmıştır. Evlilik davanın açılmasından önce, 07.05.2008 tarihinde eşlerden davalı Rabia’nın ölümüyle sona ermiştir. Türk Medeni Kanununun 147. maddesine göre; sona ermiş bir evliliğin her ilgili tarafından mutlak butlanı dava edilebilirse de; Cumhuriyet savcısı tarafından re’sen dava edilemez. Mahkemece davanın Cumhuriyet savcısı tarafından açıldığı göz önüne alınarak aktif taraf sıfatı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği halde; yazılı şekilde esasına girilip davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup; bozmayı gerektirmiştir”; Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 27.03.2012 tarih ve 2011/10397 E., 2012/7337 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi).

[41] Gençcan, s. 469.

[42] Akıntürk, s. 219.

[43] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 30.10.2006 tarih ve 2006/6049 E., 2006/14441 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi).

[44] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 24.02.2010 tarih ve 2010/1264 E., 2010/3373 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi).

[45] “Davayı Cumhuriyet Başsavcılığı davaname ile açmıştır. Cumhuriyet Savcısı, kanunda açıkça öngörülen hallerde hukuk davası açar veya açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer alır (HMK. md. 70/1). Bu nedenle Cumhuriyet Başsavcılığının duruşmalara katılması sağlanmadan yargılamaya devamla hüküm kurulması doğru görülmemiştir” Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 21.02.2013 tarih ve 2012/2908 E., 2013/4432 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi);  Dava, Cumhuriyet Savcısı tarafından açılmıştır. Kamu düzenine ilişkin olan bu davanın, Cumhuriyet Savacının katılımı ile görülmesi gerekirken, Cumhuriyet Savcısının yokluğunda yargılama yapılması da usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir” Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 18.09.2013 tarih ve 2013/17222 E., 2013/21247 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi); “Dava Cumhuriyet Savcısı tarafından resen açılmıştır. Bu halde Cumhuriyet Savcısı davanın tarafıdır. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 70’nci maddesi uyarınca davada taraf olarak yer alması zorunludur. Tebligat Kanununun 43. maddesi uyarınca Cumhuriyet Savcısına duruşma gününü gösterir tebligat çıkarılmadan yokluğunda karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir” Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 23.09.2014 tarih ve 2014/11379 E., 2014/18218 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi).

[46] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 18.03.2013 tarih ve 2012/7489 E., 2013/7259 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[47] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 12.12.2006  tarih ve 2006/9537 E., 2006/17437 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[48] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 30.6.1999 tarih ve 1999/5687 E., 1999/7576 K., sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[49] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 12.12.2006  tarih ve 2006/9537 E., 2006/17437 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[50] Demirci, s. 53’teki atıf ile Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul, 2001, s. 858.

[51] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 17.09.2015  tarih ve 2015/14328 E., 2015/16272 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi); Benzer yönde: “Gerekçeli kararın ve birleşen dosya davacısı ile davalı Nurettin’in temyiz dilekçelerinin Cumhuriyet savcısına tebliğine ilişkin dosyada bir belge bulunmamaktadır. Tebliğ edilmiş ise tebliğ belgesinin eklenmesi, tebliğ edilmemiş ise kararın Cumhuriyet savcısına Tebligat Kanununun 43. maddesindeki usul uygulanarak tebliğinin sağlanması, Cumhuriyet savcısı yönünden de yasal temyiz süreleri beklendikten sonra birlikte gönderilmek üzere, dosyanın mahalli mahkemesine İADESİNE, oybirliğiyle   karar verildi” Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 10.06.2015  tarih ve 2015/9745 E., 2015/12248 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi)

[52] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 11.11.2013  tarih ve 2013/22539 E., 2013/25955 K. sayılı kararı (UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi).

KAYNAKÇA:

  • Akıntürk, Turgut: Türk Medeni Hukuku İkinci Cilt Aile Hukuku, 9. Bası, 2004, İstanbul,
  • Akipek, Jale; Akıntürk Turgut: Türk Medeni Hukuku Birinci Cilt Başlangıç Hükümleri Kişiler Hukuku, 5. Bası, 2004, İstanbul
  • Demirci, Hüseyin: Özel Hukuk Davalarında Cumhuriyet Savcılarının Görevleri, Yüksek Lisans Tezi, 2008, Konya.
  • Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, 2006, İstanbul,
  • Gençcan, Ömer Uğur: Aile Hukuku, 2011, Ankara,
  • Kuru Baki, Arslan Ramazan, Yılmaz Ejder: Medeni Usul Hukuku, 25. Baskı, 2014, Ankara,
  • Yılmaz, Ejder: Savcıların Hukuk Davalarındaki Görevleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1972/XXIX, 1-2, Ankara,
  • Zevkliler, Aydın: Medeni Hukuk Giriş ve Başlangıç Hükümleri Kişiler Hukuku Aile Hukuku, 3. Basım, 1992, Ankara,
  • UYAP Kapalı Devre Bilişim Sistemi

VERGİ ANLAŞMALARI KAPSAMINDA VERGİ MÜKELLEFLERİNİN BİREYSEL BAŞVURU YOLUNU KULLANMALARI

I. GİRİŞ

Bilindiği üzere Avrupa Konseyine üye devletlerce, vatandaşlarına, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmak üzere tanınan hakkın yanı sıra ulusal düzeyde anayasa mahkemesine de bireysel başvuru hakkı tanınması ile; ihlallerin ulusal planda giderilerek, ödenmek durumunda kalınan tazminat miktarını olabildiğince aza indirmek ve uluslararası yargı nezdinde doğan prestij kaybını engellemek amaçlanmıştır.

“Bireysel başvuru” olarak adlandırılan; hak ve özgürlükleri kamu gücü tarafından ihlal olunan bireylerin Anayasa Mahkemesine başvuru hakları, 12 Eylül 2010 Referandumuyla gerçekleşen değişiklikle, Anayasanın “Anayasa Mahkemesi’nin Görev ve Yetkileri” başlıklı 148’inci maddesine eklenen üç fıkra ile kabul edilmiştir. Buna göre;

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.

Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”

Söz konusu Anayasa hükmü bireysel başvuruya ilişkin dört unsuru ihtiva etmektedir. Bunlar;

a- Herkes: Bireysel başvuruya ilişkin esas ve usulleri de düzenleyen 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46/2. maddesine göre; Bireysel başvuru hakkından, bir temel hakkının veya özgürlüğünün kamu gücü tarafından ihlal edildiğini ileri süren her gerçek ve özel hukuk tüzel kişisi yararlanabilir; kamu tüzel kişileri başvuru yapamaz.

b- İhlal Edilen Hak ve Özgürlük: İhlal edilen hak ya da özgürlüğün Türkiye Cumhuriyeti Anayasası tarafından güvence altına alınmış olması şarttır. Ayrıca bu da yeterli değildir; Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ya da özgürlüğün, AİHS veya bu Sözleşmenin eki olan Protokollerden Türkiye’nin taraf olduklarının kapsamında olması da gereklidir [1].

c- Kamu Gücü: Bu ihlalin bir kamu gücü tarafından yani bir uygulama işlemi ile gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 6216 sayılı Kanun’un 45/3. maddesine göre; yasama tasarrufu veya doğrudan idari düzenlemelerden kaynaklanmış ise, herhangi bir uygulama işlemi olmaksızın, doğrudan bireysel başvuruda bulunulmasına da olanak yoktur. Zira; bireysel başvuru dolayısıyla Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme, kanunun veya düzenlemenin Anayasa uygunluğunun denetimiyle değil, bunlara dayalı somut uygulamanın anayasaya uygunluğunun denetimiyle sınırlıdır [2].

Bu kapsamda; vergi anlaşmalarının normlar hiyerarşisindeki ve iç hukuktaki yerine değinmek gerekmektedir. Zira Anayasa’nın 90. maddesine göre;

“Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.

Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konulabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.

Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.

Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 5170 – 7.5.2004 / m.7) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Buna göre usulüne göre yürürlüğe konulan bir uluslararası vergi anlaşması, özel vergi kanunu hükmünde olacaktır ve fakat bu vergi anlaşmasında varsa temel hak ve özgürlük ihlalleri hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile anayasa mahkemesine gidilemeyecektir. Diğer bir deyişle kanun hükmündeki uluslararası anlaşmanın somut uygulamasının anayasaya uygunluk denetimi ancak bireysel başvuruya konu edilebilecektir.

Konuya ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi’nin 1996 yılında 4163 sayılı İslam Ülkeleri Arası Yatırım ve İhracat Kredi Sigortası Kurumu Kuruluş Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunmasına Dair Kanun’un iptalinde uluslararası antlaşmaları anayasaya uygunluk denetimine tabi tutmanın de facto olarak Yüksek Mahkemenin yetkisinde olduğu yönünde bir içtihadı olsa dahi anayasaya uygunluk denetimi yaparken lafzı ve amacıyla bir bütünlük oluşturan Anayasa’nın 90/5. maddesinde düzenlenen anayasa hükmünün ihmal edilmesi mümkün gözükmemektedir.

Özetle bireysel başvuruya kamu gücünün; bir kanuna / usulüne göre yürürlüğe konulmuş bir uluslararası anlaşmaya yahut düzenleyici işleme dayalı kamu gücü kullanan bir idare tarafından gerçekleştirilen bir uygulamaya karşı hak ve özgürlüklerin ihlallinden bahisle gidilebilecektir.

Vergi anlaşmaları yönünden de; söz konusu kamu gücünü kullanan idare, Vergi İdaresidir. Gerçekten de Vergi İdaresi, tek yanlı irade açıklamasıyla, vergi mükelleflerini vergi borçlusu kılabilir ve borçlarını, başka bir idarenin hukuki yardımına ihtiyaç duymaksızın, bizzat kendi işlemleriyle, ödemeye zorlayabilir; kamu borçlusunun mal, alacak ve haklarına haciz uygulayıp, haczettiği bu değerlerin satışını, bizzat, yapabilir [3], bu yönüyle “üstün” şeklinde vurgulanacak kamu gücünü kullanmaktadır.

Buna göre vergi mükelleflerinin haklarının, bireysel başvuru yoluyla korunması öncelikle, Vergi İdaresinin işlem, eylem ve davranışlarından kaynaklanan ihlaller dolayısıyla gerekli ve mümkün olabilmektedir.

d- Olağan Kanun Yollarının Tüketilmesi: Temel hak ve özgürlüklerin kamu gücü ihlallerine karşı korunmasında asıl olan, bu korumanın Türk Yargı Sistemine dahil derece mahkemelerince yapılmasıdır. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesince yapılacak koruma, bu korumanın derece mahkemelerinde yapılamaması veya ihlalin derece mahkemelerinde gerçekleşmesi durumunda devreye girebilecek nitelikteki ikincilbir başvuru yoludur [4]. Bu nedenle de; Anayasanın 148/3. maddesinde, bireysel başvuruda bulunulabilmesi için “olağan kanun yollarının tüketilmesi” koşulu aranmıştır. Anayasa’daki yaklaşımın derece mahkemeleri nezdindeki yargısal safhanın tamamen sona erdirilmesi şeklinde anlaşılması gerekse de bireysel başvuruya ilişkin esas ve usulleri de düzenleyen Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45/2. maddesi;

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir” hükmünü havidir. Buna göre kanunlarda öngörülen diğer tüm başvuru koşullarının da tüketilmiş olması gerekmektedir.

Bu kapsamda Vergi anlaşmalarının neredeyse tamamında düzenlenen “Karşılıklı Anlaşma Ya da Sulh Usulü” şeklinde ifade edilen usul, tüketilmesi gereken bir idari başvuru yolu olarak değerlendirilmektedir;

Örneğin Türkiye İle Almanya Arasında Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması’nın 25. maddesine göre;

“Bir Akit Devlet mukimi, Akit Devletlerden birinin veya her ikisinin işlemlerinin kendisi için bu Anlaşma hükümlerine uygun düşmeyen sonuçlar yarattığı veya yaratacağı kanaatine vardığında, bu Devletlerin iç mevzuatlarında öngörülen müracaat usulleriyle bağlı kalmaksızın, durumu mukimi olduğu Akit Devletin yetkili makamına arzedebilir.

Söz konusu yetkili makam, itirazı haklı bulmakla beraber kendisi tatminkar bir çözüme ulaşmadığı takdirde, bu Anlaşmaya ters düşen bir vergilemeyi önlemek amacıyla, diğer Akit Devletin yetkili makamıyla karşılıkla anlaşmaya gayret sarfedecektir.

Akit devletlerin yetkili makamları, bu Anlaşmanın yorumundan veya uygulamasından kaynaklanan her türlü güçlüğü ve tereddütü karşılıkla anlaşmayla çözmek için gayret göstereceklerdir. Aynı zamanda, bu Anlaşmada çözüme kavuşturulamamış durumlardan kaynaklanan çifte vergilemenin ortadan kaldırılması için birbirlerine danışabilirler…”

Kişilerin, akit devletlerin birinin veya ikisinin işlemlerinin kendisi için anlaşma hükümlerine aykırı bir vergileme yarattığı veya yaratacağı kanısında olmaları halinde; duruma göre, akit devletlerin iç mevzuatından bağımsız olarak, mukimi veya vatandaşı oldukları akit devlete, vergilendirme işleminin ilk bildiriminden itibaren belli süre (genellikle üç yıl) içinde başvurabilecekleri yolunda hükümler bulunmaktadır. Vergi anlaşmaları, iç hukukta özel vergi yasası olarak uygulandıklarına göre; bireysel başvuruda bulunmadan önce, bu anlaşmalarda iç mevzuattan bağımsız olarak; başka anlatımla, iç mevzuatta öngörülen kanun yollarına başvurular yanında, vergi anlaşmasında öngörülen bu başvuru yolunun da tüketilmesi zorunluluğunun aranması gerektiği savunulmaktadır [5]. Ne var ki, Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmalarında yer alan karşılıklı anlaşma ve sulhe ilişkin usul hükmü, taraf devletlerin mukimi ya da vatandaşı olan kişiler yönünden zorunlu bir idari başvuru yolu olmamanın yanı sıra başvuru neticesinde akit devletin birkaç yılı bulan değerlendirme süresinin de makul sürelerde talep olunan hakka ilişkin bir karar verilmesi gerekliliğinin ihlali kapsamında değerlendirilebileceği için vergi anlaşmaları yönünden söz konusu usul gereğinin bireysel başvuru yoluna gitmeden önce tüketilmesi gereken zorunlu bir idari başvuru yola olarak değerlendirilebilmesi mümkün değildir.

Buna göre vergi anlaşmalarının uygulanması nihayetinde bir hak ihlalinin ortaya çıkması durumunda bireysel başvuru yapılmadan önce başvuru yollarının tamamının tüketilmiş sayılabilmesi için, hakkın niteliğine göre, ihlalin giderilmesi için aynı ya da farklı yargı düzenlerinde var olan birden fazla “zorunlu” olarak nitelenebilecek başvuru olanaklarının tümünün kullanılmış olması gerekmektedir.

Bireysel Başvuruya İlişkin Diğer Koşullar:

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun uyarınca; bireysel başvuru, başvuru yollarının tüketildiği tarihten veya başvuru yolu öngörülmeyen durumlarda, ihlalin  öğrenildiği tarihten itibaren 30 gün içerisinde yapılmak zorundadır.

Bireysel başvurunun esastan incelenebilmesi için, ayrıca, ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle doğrudan etkilenen hakkın güncel ve kişisel bir hak olması, başvuru dilekçesinin kanunda ve iç tüzükte öngörülen şekle uygun bulunması ve başvuru harcının ödenmesi koşullarının gerçekleşmesi gerekmektedir.

II. VERGİ MÜKELLEFLERİNİN BİREYSEL BAŞVURUYA KONU İHLAL EDİLEBİLECEK NİTELİKTEKİ HAKLARI

Devletlerin vergilendirme yetkisinin sınırlanmasına ve bir anlamda da bu yetkinin kullanılmasına ilişkin olan uluslararası vergi anlaşmaları pek çok temel hak ve özgürlükle temas halindedir ve bu yetkinin kullanımı sırasında, uluslararası vergi anlaşmaları ile vergi mükelleflerinin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile bu Sözleşmeye ek protokoller kapsamında olup Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında güvence altına alınan temas halinde bulunulan haklarının ihlal edilmesi de söz konusu olabilir.

Yani temel hak ve özgürlükler vergi anlaşmalarındaki düzenlemelerle doğrudan ihlal edilebileceği gibi; vergi anlaşmalarının kötüye kullanımı neticesinde tesis edilen işlemlerle de ihlal edilebilecektir.

a- Mülkiyet ve Miras Hakkı

Mülkiyet ve miras hakları, vergilendirme yetkisine karşı en duyarlı olan haklardandır. Çünkü her vergi veya mali yüküm, mülkiyete yönelen bir müdahale niteliğindedir.

Mülkiyet ve miras hakkı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35’inci; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine ek 1 Nolu Protokol’un 1’inci maddesinde düzenlenmiştir. Anayasanın 35’inci maddesi, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğunu; Ek Protokol’un 1’inci maddesi ise, gerçek ve tüzel kişilerin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı olduğunu söylüyor. Anılan metinlerde mutlak bir mülkiyet hakkı öngörülmüş değildir. Gerek Anayasanın 35’inci maddesi, gerekse Ek Protokol düzenlemesi, mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla ve yasayla sınırlandırılabileceğini ayrıca düzenlemektedir. Ayrıca Ek Protokole göre, sınırlamanın uluslararası hukukun genel ilkelerine de uygun olması koşulu aranmaktadır. Buna göre Anayasa Mahkemesi söz konusu koşullar ile birlikte Anayasa’nın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde;

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” şeklinde öngörülen hüküm doğrultusunda;

  1. Mülkiyet hakkının özüne dokunulup dokunulmadığını (Özüne dokunma yasağı),
  2. Kamu yararı amacıyla hareket edilip edilmediğini,
  3. Sınırlamanın kanunla yapılıp yapılmadığını,
  4. Yapılan sınırlamanın Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine, kamu yararı ile kişilerin hakları arasında olması gereken adil dengeye ve ölçülülük ilkelerine uygun olup olmadığını

araştırarak, ihlalin gerçekleşip gerçekleşmediğini incelemektedir [6].

Elbette ki, Anayasa’nın “Yabancıların Durumu” başlıklı 16. maddesinde;

Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir” hükmünün de yabancılar yönünden nazara alınması gerekmektedir.

Örnek olarak;

Daha önce AHİM kararlarına da konu olan; hataen ödenen KDV’nin iade edilmemesi, kamu yararı ve orantılılık ilkelerini aşan bir müdahaleyle mülkiyet hakkının ihlali olarak kabul edilmiştir.

Yine AHİM’in Macaristan Devleti aleyhine verdiği bir kararında; kıdem tazminatı için %98 oranında vergi uygulanması, kamu yararı gereklerini aşan orantısız bir uygulama olarak kabul edilmiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bunların yanı sıra maliki ile taşınmaz arasındaki ilişkiyi kesecek ölçüde emlak vergisi, taşınmaz gelirinden malikinin yararlanmasını önleyecek oranda bir gelir vergisi, veraset yoluyla mirasçılara geçen malvarlığının tümüne yakın bir bölümünün devlete aktarılmasına yönelik bir veraset vergisi alınması açıkça mülkiyet hakkı ihlali oluşturacaktır [7].

Bu ve buna benzer düzenlemelerin vergi anlaşmalarıyla getirilmesi durumunda da söz konusu düzenlemelere ilişkin uygulama işlemleri mükellef olanlar tarafından bireysel başvuruya konu edilebilecektir.

b- Adil Yargılanma Hakkı

Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi, herkes için adil yargılanma hakkını tanımakla birlikte; bu hak için, bir tanım getirmemektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarında, bu tanım için, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6’ncı maddesi ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin bu madde ile ilgili içtihatlarına gönderme yapmaktadır. AİHS’nin 6. maddesi;

“Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir sure içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

Ancak içtihatlarla gelişen adil yargılanma hakkı sadece bu tanımdan ibaret değildir. Adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindeki unsurlar [8];

– Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali,

– Yasa Dışı Elde Edilen Delillerin Kullanılması,

– Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlali,

– Gerekçeli Karar Hakkının İhlali,

– Makul Sürenin Aşılması,

– Kararların gereğinin yerine getirilmemesi sayılabilir.

Yine AHİM kararlarına da konu olan [9];

İsviçre aleyhine verilen; vergi kaçakçılığı soruşturmasında, bilgi isteme taleplerine cevap vermeyen mükellefe kesilen para cezalarını, hiç kimsenin kendisini suçlayan delil göstermeye zorlanamayacağı ilkesinin ihlali olarak kabul edilmiştir.

Hollanda aleyhine verilen kararında ise, yargı harcının ödenmediğinden bahisle cezai yaptırım içeren vergi davasının reddedilmesi, çelişmeli yargı esaslarını ihlal ettiğinden, adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine karar verilmiştir.

Yine; yargılama sonucunda haksız çıkan mükelleften binde 3,9 harç alınması (buna karşılık haksız çıkan vergi idaresi için böyle bir yükümlülüğün olmaması), zorlaştırılmış yürütmeyi durdurma koşulları ve ödeme emrine karşı dava açanların %10 haksız çıkma zammı ödeme riskini taşımaları da birer adil yargılanma hakkı ihlali niteliğini taşıyabilecektir.

Her halükarda kişilerin varlıklarına aynı konuda çifte vergilendirme tahakkuk ettirilmesi hem mülkiyet hem de adil yargılanma hakkının ihlalli niteliğinde olacaktır.

c- Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği

Anayasa’nın 19. maddesinde ve AİHS’nin 5. maddesinde yer alan düzenleme ile; kişi hürriyetlerinin, idarenin keyfi işlem ve eylemleri ile kısıtlanması engellenmeye çalışılmaktadır. Vergi yasalarında da hürriyeti bağlayıcı cezalar öngörülebileceği düşünüldüğünde, vergilendirme işlemlerine bağlı olarak verilecek mahkeme kararlarıyla da kişi hürriyeti ve güvenliğine tecavüz edilmesi mümkün olabilecektir.

d- Özel Hayatın Gizliliği

Anayasa’nın 20. maddesi ve AİHS’nin 8. maddesi, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğinin korumasına ilişkin hüküm ihtiva etmektedir. Kişinin içinde bulunduğu ekonomik koşullar ve sahip olduğu ekonomik sırlar özel hayatın önemli bir unsurunu oluşturmaktadır, yine kişinin mali durumunun da özel hayatın gizliliği kapsamında değerlendirilmesi mümkündür. Dolayısıyla kişinin mali durumunun gizliliği, özel hayatın gizliliği kapsamında korunmalıdır.

Vergi yasaları kişilerin mali güçlerini kavrayabilmek için özel yaşamın gizli bölümlerine bir ölçüde de olsa girmek durumundadır. Özellikle vergi incelemeleri esnasındaki bazı eylemler özel hayatın gizliliği hakkını tehdit etmeye elverişli niteliktedir. Vergi Usul Kanunu’nun 142. maddesindeki aramalı vergi incelemesi bunlardan bir tanesidir.

Buna göre; özel hayatın gizliliği hakkının ihlali; bilgi edinme sürecindeki bazı eylemler yoluyla olabileceği gibi, bu eylemler hukuka uygun olsa dahi elde edilen mali, ticari ya da şahsi bilgilerin/sırların gizliliğinin özenli bir şekilde korunamaması durumuyla da gerçekleşebilir.

Özel hayatın gizliliğini ihlal durumu, özellikle vergi anlaşmalarında yer alan akit devletlerin vergilendirmeye münhasır gerçekleştirmeleri gereken “bilgi değişimi” ile söz konusu olabilecektir.

e- Yerleşme ve Seyahat Özgürlüğü

Anayasa’nın 23. maddesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine Ek 4 Nolu Protokol’un 2’nci maddesi herkesin yerleşme ve seyahat özgürlüğüne sahip olduğunu düzenlemiş ve yerleşme ve seyahat özgürlüğünün hangi durumlarda sınırlanabileceğini göstermiştir.

Vergi kanunlarındaki veya vergi anlaşmalarındaki vergilendirmeye ilişkin hükümlerle yerleşme ve seyahat hürriyeti kapsamında yer alan “yurt dışına çıkma hürriyeti” bir dönem iç hukukumuz yönünden sınırlandırılmıştır. Pasaport Kanunu’nun 22. maddesine göre yetkili makamlarca vergi borcu olduğu bildirilen kişilere pasaport verilmezken; Anayasa Mahkemesi 2007 yılında bu düzenlemeyi söz konusu yasağın hiçbir koşul öngörmemesi sebebiyle elverişlilik, belirlilik ve orantılılık ilkelerine dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesine aykırı görerek iptal etmiş bu defa ise yasa koyucu meseleyi miktar, tebliğ, ödeme süresi gibi birtakım koşullar getirerek 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 36. maddesinde düzenlemiş ve seyahat özgürlüğü vergi ödemenin vatandaşlık ödevi olduğu gerekçesiyle sınırlandırılmıştır; söz konusu düzenleme 12 Eylül 2010 Referandumuyla Anayasa’nın 23. maddesinde; Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir” şeklinde yapılan değişiklik ile 6183 sayılı Kanun’un uygulama olanağı kalmamış ve akabinde 6111 sayılı Kanun’un 165. maddesi ile 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 36. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

f- Çalışma ve Sözleşme Özgürlüğü, Çalışma Hakkı ve Ödevi

Anayasa’nın 48. maddesinde çalışma ve sözleşme özgürlüğü,  49. maddesinde ise çalışma hakkı ve ödevi düzenlenmiştir.

Bu alanda yasakoyucu vergilerle ve muafiyet, istisna, vergi indirimi gibi uygulamalar ile ekonomiyi düzenlemeye yönelik sınırlayıcı veya kolaylaştırıcı önlemler almaktadır. Bu önlemler çalışma özgürlüğünü doğrudan etkileyebilmektedir. Bu etkilerin anayasal sınırlar içinde kalıp kalmadığının tespitinde Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütlerden yararlanılır. Örneğin, bir vergi oranının aşırı yüksek tutulması, bir mesleğin ya da çalışmanın sürdürülmesini ekonomik olarak imkansız hale getiriyorsa, öngörülen amaç dışında bir sınırlama vardır ve çalışma özgürlüğüne Anayasaya aykırı olarak müdahale edilmiş demektir; ne var ki bu hak ve özgürlüğün, AİHS ve eki protokollerde düzenlenmemesi sebebiyle bireysel başvuru kapsamında korunması da mümkün görülmemektedir.

III. BİREYSEL BAŞVURU NETİCESİNDE İHLALLERİN GİDERİLMESİ

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun uyarınca bireysel başvuruları inceleyen bölümler; bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesiyle sınırlı inceleme yaparlar. Yerindelik denetimi yapamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar veremezler.

Bölümlerin esasa ilişkin kararları, gerekçeleriyle birlikte ilgililere ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir; ayrıca, Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır.

Bölümler, esasın incelenmesi aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere re’sen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilirler.

Anayasa Mahkemesi Tüzüğünün 73’üncü maddesinde, temel hakların tedbirle korunmasını gerektiren durum olarak, başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlikenin bulunması hali öngörülmüştür. Böyle bir tedbir ihtiyacının, vergi mükellefleri bakımından, mükellefi iflasa sürükleyecek; ticari itibar ve güvenirliğini zedeleyecek ihtiyati haciz ve haciz uygulamaları dolayısıyla da söz konusu olabilecektir [10]. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir; aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar.

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Dosyanın gönderildiği mahkeme, yeniden yargılama yaparak, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde karar verir.
Makul sürenin geçirilmesi gibi yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Tazminat, maddi olabileceği gibi, makul sürenin aşılmasında olduğu gibi manevi de olabilir.

REFERANSLAR:

[1] M. Hadi TUNÇ, 2013/1958, 7.7.2015, p.28.

[2] CANDAN, Turgut, “Vergi Mükelleflerinin Bireysel Başvuru Yoluyla Anayasa Mahkemesince Korunması”, http://turgutcandan.com/2015/11/04/vergi-mukelleflerinin-bireysel-basvuru-yoluyla-anayasa-mahkemesince-korunmasi-3/ (Erişim Tarihi: 20.12.2015); Ülkü Tunca ve Diğerleri, 2012/928, 11.12.14, p.67.

[3] CANDAN, s. 4.

[4] Selahattin AKYIL, 12/1198, 7.11.2013, p.24.

[5] CANDAN, s. 2.

[6] TUNCA, p. 39-67.

[7] AKÇAOĞLU, Ertuğrul, “Vergilendirme Yetkisinin Temel Hak ve Özgürlüklerle İlişkisi” http://www.akcaoglu.com/2007/02/27/vergilendirme-yetkisinin-temel-hak-ve-ozgurluklerle-iliskisi/ (Erişim Tarihi: 20.12.2015).

[8] CANDAN, s. 10 vd.

[9] KOCAER, Şenol, “Vergi Davalarında Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru”, http://www.vergialgi.net/mukellef-haklari/vergi-davalarinda-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru/ (Erişim Tarihi: 20.12.2015).

[10] CANDAN, s. 16.

KAYNAKÇA: